Yazar Cansu Ermiş Akalp

Mavili, sisli, puslu bir salonda tek bir tabure. Koca bir sahnede tek bir tabure. Arkasında bir perde. Alelade dikilmiş ve öylece asılmış bir perde. Tozlu belki de. Birazdan bir kadın gelecek o perdenin önünde o tabureye oturacak ve hiç kalkmadan hikâyesini anlatmaya başlayacak. Hepimizin hikâyesini, ‘’yaprak düştü…’’ repliğiyle başlayarak anlatacak. Bu repliği unutma der gibi bir replik.

Oyunun öyle başlamasının bir nedeni var muhakkak. Bir oyun düşen bir yaprakla başlıyorsa bir nedeni vardır. Belki bir şey bitiyordur. Belki yeni baştan başlıyordur bir şey. Belki de bir yolculuğa çıkıyordur kahraman. Kendine, gençliğine, çocukluğuna. Kendine çıkılan yolculuğun gölgesinde, bir ülkenin kadın rollerinin, siyasi hayatının yolculuğuna.  Zaten hikâyeler de öyle başlarmış. Öyle demiş Tolstoy ‘’Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar: Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir.”

Oyun başlayınca anlıyorsunuz o sisi, o alelade asılmış perdeyi, salona girer girmez size düşündürülenlerin doğruluğunu. Evet kahraman kendi hikayesinin ekseni etrafında bir ülke hikayesi anlatıyor. Yitirilen, solan hayatları. Nasıl oluyor da sadece bir kere yaşadığımız, tek bir hakkımız olan hayatımızda başka insanların imzası oluyor sorusunu soruyor. Nasıl oluyor da döngü hiç değişmiyor. Bu coğrafyada annelerin kaderleri kızlarınınkine, kızlarınınki de annelerine benziyor. Biz kadınlar debelendikçe çıkamadığımız feodal çamurlar nasıl da birbirini andırıyor. Orada o taburenin üstünde kıllıktan kılığa hayattan hayata geçerken Zerrin Tekindor aslında tozunu alıyor hepimizin hayatının. Sabah güneşi vuruyor önce evimizin içine. Tüm mobilyaların üstündeki tozlar belirgin oluyor. Salondan hıçkırık sesleri geliyor. ‘’Annem ağlıyor annemin gözyaşını duyuyorum tabağa akıyor’’ diyor Tekindor. Salondan hıçkırık sesleri geliyor. Gözyaşı seslerini duyuyoruz, salona akıyor. Anlatılan hikâye bizim. Yüzümüze tokat gibi çarpıyor. O tokadın sesi kulağımızda. Gözyaşımız duyuluyor. Halıya düşüyor.

Muazzam yazılmış bir metni, muazzam oynuyor Zerrin Tekindor. Çığlık çığlığa, avaz avaz, salya sümük, içine ata ata, kalbimizi parçalayarak oynuyor. Kimi zaman yanına gidip sarılmak istiyorsun ‘’Handan ağlama’’ demek geliyor içinden. O kadar inanıyorsun. Yönetmenin sade ve bir o kadar da çarpıcı göndermeleri sizi sarsıyor. Metnin ve Tekindor’un içinden geçtiği her kadına sarılmak istiyorsun. Bu ülkenin, kaderini başkaları yazmış, kendi yanlış yazmış, gün sonunda yapayalnız kalmış tüm kadınlarına sarılmak istiyorsun. Ezcümle TOZ harikulade bir oyun. Çünkü sonu artık toz almayacağım diye bitiyor. Çünkü artık kendi hayatlarımızın tozunu almalıyız belki de.